
Kışın soğuğu içimize işledi, genelde battaniye altındayız kameramla… Sakiniz bu aralar, ben yazıyorum o da çekiyor genelde. Ben yazdıkça anlamsız geliyor her şey. Ona da çektikçe anlamsız gelmeye başlamış. Neden? Çünkü iyi bir şeyler yazıp çekmiyoruz ki Banu diyor benim bilmiş kameram. Valla haklısın diyorum. Evde ne filmler çevirdik zamanında ama yaşananlar bizi adeta muma çevirdi!
Banu Bozdemir
Makarnanın her katına tuz dökmüşüm, sevgili kameramda ben iştahla makarnaları yutarken beni çekmiş. Banu ülkenin bu mutsuzluk hali sana iyi gelmedi, koca bir depresyon halinde sürekli tuzlayıp tuzlayıp yiyorsun demez mi? Evet depresyonum kişisel değil, toplumsal o yüzden yüz kişilik yiyorum! Tabii bol tuzla!
Bozulmuş tüplü televizyonun salondaki baş köşe dizaynına bakıyorum bakıyorum ve biz aslında seninle modernliğe direniyoruz diyorum. Evet garip bir şekilde etrafta modernleşme emareleri arttıkça biz kulübede yaşayacak hale geliyoruz, evler gök kubbeye uzadıkça biz ayağımızı toprağa basmaya daha özenli bir hale geldik. Kalabalık sokaklardan kaçarak ara sokakların sakinliğinde ellerimiz cebimizde, yoğunlaşmış bir kıvamda yürüyoruz. Boş bankların birinde şarap yudumluyoruz. Kalabalık ne kadar algı bozucu bir telaşe yahu, iki dakika kendinle kalamıyorsun. İnsan illa yaşlanınca mı kendisiyle kalacak, gençken bunun yolu yok mu? Dehşetle kalabalığa, binalara, boş boş konuşan insanlara bakıyorum ve bu da modernleşmenin laneti diyorum. Bizi buldu ve sobeledi!
Eller cepte eve dönüyoruz kameram ve ben. Bu aralar eve çok çiçek geliyor, her odada bir kavanoz çiçek! Eskiyi seven ruhlar! Buradan bir hippi filmi mi çıkarsak diyorum kamerama. Dışarıda ne yaşanıyorsa yaşansın, içimiz hippi kalsın diyorum. Alkış kıyamet, çiçekler yağıyor üzerime evde! Oh tam ortam yaptık, gidenlere güzel, içten ve sevgi dolu bir selam çaktık… İkimizde balkona çıkıp şehir havası çektik bol bol! Şehir havası. Burnumu her daim nemli tutan, egzozlu, bina kokulu şehirde yaşayan hayaletleriz hepimiz.
Yoksa hayalet filmi mi çeksek, cinli filmlere karşı hayaletleri salıveririz üstlerine diyorum. Kameram ben korkarım çekemem diyor. Ona bir oyun oynamaya karar veriyorum can sıkıntısı bu ya! O uyurken beyaz çarşafı (başka klişem yok elimde) çekiyorum kafama. Yanına kadar geliyorum ve düğmesine basıyorum. Beni çekiyor yani görüyor. Önce anlam veremiyor ama sonra çığlıklarla kapatıyor düğmesini. Benim ben diyorum, çok sonra kendisine geliyor! Bence onun da bana bir sürprizi olacak, suskunluğundan bunu anlıyorum.
Ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ya hem şaşırıyorum hem anlıyorum. Kameram bir sürü şey çekiyorum ama çektikten sonra anlamsız geliyor be Banu diyor. Aynı şeyi ben de yaşıyorum diyorum. Yazıyorum yazıyorum sonra hop birden anlam kayboluyor. Anlamı yitik topraklarda, haddimizi bildirmeye çalışan insanların arasında duygusallık yapmanın, nostaljik takılmanın, değerlere sahip çıkmanın, üzülmenin anlamını kaybettik. Ara sokaklarda onu ararken buluyoruz kendimizi çoğu kez, çünkü insanların suratlarında göremiyoruz. Şimdi bu yazıyı yazdım ya bu bile anlamsız geldi birden! Kameram koy bloğuna gitsin diyor, eyvallah diyorum. Hadi beni korkut ve tekrar kendime getirsene! Bu yazı açık bir kamera eşliğinde ‘yazdıkça anlamını kaybeden sözcükler’ adıyla filme çekildi! Moderniteye karşı sonuna kadar salaşız desek olur mu?
Not: Yazıya karşı renkli fotolar!
Bir Cevap Yazın